İstiklal Marşı’mıza başta olmak üzere tarihimiz için birçok önemli eserin sahibi olan Mehmet Akif Ersoy, unutulmaması ve unutturulmaması gereken, ilham veren kişiler arasında yer alıyor. Bıraktığı eserler günümüzde de önemini korurken, genç nesillerin Mehmet Akif Ersoy ile ilgili merakları da taze kalıyor. Bu yazımızda “Mehmet Akif Ersoy Kimdir?”, Mehmet Akif Ersoy hayatı ve eserleri hakkında kısa bir bilgi aktaracağız.
Mehmet Akif Ersoy Kimdir?
Mehmet Akif Ersoy’u tanımlamak için söylenecek çok şey vardır. Kendisi hem İstiklal Marşı’mızın yazarıdır hem başarılı bir şairdir hem öğretmendir hem hafızdır hem Kur’an mütercimidir hem de veteriner hekimdir. Az sonra hayatından bahsederken de detaylı bir şekilde açıklayacağımız üzere kendisi Anadolu, Trakya hem de Arabistan topraklarındaki halklarla birlikte çok zaman geçirmiştir. Dolayısıyla halkın sorunlarını yakından izlemiş ve gezdiği topraklarda yaşayan halkı aydınlatmıştır. Yazdığı edebi eserlerle o günkü koşulları tüm çarpıcılığı ile kaleme aldığı için kendisi etkin bir kişilik olarak etkisini giderek artırmıştır. Türkiye Cumhuriyeti için katkıları ve bıraktığı eserler sebebiyle 2011 yılı Mehmet Akif Ersoy Yılı olarak ilan edilmiş ve bu unutulmaz kimlik bir kere daha ölümsüz kılınmıştır.
Kısaca Mehmet Akif Ersoy Hayatı
Mehmet Akif Ersoy’un hayatı eğitim ve çalışma hayatı olarak ayrılabilir.
Kısaca Mehmet Akif Ersoy Eğitim Hayatı
Fatih Camii imamları arasında yer alan Mehmet Tahir Efendi ile Buharalı Mehmet Efendi’nin kızı Emine Cemile Hanım’ın oğulları olan ve 20 Aralık 1873 tarihinde İstanbul Karagümrük’te dünyaya gelen Mehmet Akif Ersoy’un asıl ismi Mehmet Ragif’tir.
İstanbul’un Fatih ilçesinde Emir Buhari Mahalle Mektebi’nde eğitim hayatına başlayan Mehmet Akif Ersoy, 2 sene mahalle mektebinde okuduktan sonra Fatih İptidasi’nde eğitime devam etmiştir. Bu yıllarda aldığı Arapça dili eğitimi Mehmet Akif için edebi kimliğinin önemli bir yapı taşı haline gelmiştir.
İlkokul bittikten sonra Fatih Merkez Rüştiye’sine gitmiş ve bu süreçte de Arapça diline ek olarak Farsça ve Fransızca dillerinde kendini geliştirmiştir. Ortaokuldan sonra Mülkiye İdadisi’ne başlamış ancak babasının da vefat etmesinden sonra geçim sıkıntısı nedeniyle meslek sahibi olmak için eğitim hayatının yönünü değiştirmiş ve Ziraat ve Baytar Mektebi’ne kayıt olmuştur. Bu kurumda eğitim alırken şiire yoğunlaşmaya başlamıştır.
Önerilen İçerik: Dünya Çapında En Çok Okunan 10 Kitap
Mehmet Akif Ersoy Çalışma Hayatı
1893 – 1913 yılları arasında Ziraat Bakanlığında memur olarak görev yapan Mehmet Akif Ersoy bu süreçte Arnavutluk’ta, Arabistan’da, Anadolu’da ve Trakya’da müfettişlik yaparak halkla kaynaşmıştır. İlerleyen dönemde Ziraat Mektebi’nde Osmanlı Edebiyatı ile ilgili dersler vermeye başlayan Mehmet Akif Ersoy, 2. Meşrutiyet ilan edildikten sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri arasına girmiştir. Bu karar Mehmet Akif Ersoy hayatı için önemli bir dönüm noktası niteliği taşımaktadır. Edebiyatla olan ilişkisini derinleştiren ve 1908 yılında Sırat’i Müstakim dergisinde başyazarlık görevine başlayan Mehmet Akif, yıllardır halkla yakınlaşmasının ve yaptığı gözlemlerin sonuçlarını yaymak için fırsat yakalamıştır.
Cumhuriyet ilan edilmeden önce Burdur’da milletvekilliği yapan Mehmet Akif Ersoy, Cumhuriyet ilan edildikten sonra Mısır’a yerleşmiş ve bu ülkede Türkçe dersler vermeye başlamıştır.
Mısır’da görev yaparken karaciğerinden rahatsızlanan Mehmet Akif Ersoy, hava değişimi amacıyla yerleştiği Lübnan’da bir süre yaşadıktan sonra Türkiye’ye geri dönüş yapmış ve 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul’da hayata gözlerini kapatmıştır.
Mehmet Akif Ersoy Eserleri
- Safahat: 1911 yılında yazımına başladığı ve 1933 yılında tamamladığı bu eder Osmanlı Devleti’nin Meşrutiyet döneminde sosyal ve siyasi çalkalanmaları anlatır. 7 ayrı bölümden oluşan bu eserde; devlet ve halk arasındaki kopukluk, siyasi ve toplumsal sıkıntılar, bilgilendirici söylemler, ideal gençlik tanımı, dini şiirler vb. unsurlar yer almaktadır.
- Safahat haricinde Acem Şahı, Ahiret Yolu, Azim, Azimden Sonra Tevekkül, Çanakkale Şehitlerine, Bülbül, Derviş Ahmed, Dirvâs, Tebrik, Şehitler Abidesi İçin, Ressam Haklı ve Seyfi Baba gibi ünlü şiirleri de bulunmaktadır.
Mehmet Akif Ersoyun Şiirlerinden Örnekler
Zulmü Alkışlayamam
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdımı, hatta boğarım! …
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu…
İrticanın şu sizin lehçede ma’nası bu mu?
Yeis Yok
Dalâile düşmüşlerden başka kim Rabbinin rahmetinden ümîdini keser?
(Hicr Suresi, 56. Ayet)
Lâkin, hani bir nefhası yok sende ümîdin!
Ölmüşmü dedin? Ah onu öldürmeli miydin?
Hakkın ezeli fecri boğulmazdı, a zâlim,
Ferdâlanın artık göreceksin ki ne muzlim!
Onsuz yürürüm dersen, emîn ol ki yürünmez.
Yıllarca bakınsan, bir ufak lema görünmez.
Beyninde uğuldar durur emvâcı leyâlin;
Girdâba vurur alnını, koştukça hayâlin!
Hüsran sarar âfâkını, yırtıp geçemezsin.
Arkanda mı, karşında mı sâhil seçemezsin.
Ey, yolda kalan, yolcusu yeldâ-yı hayâtın!
Göklerde değil, yerde değil, sende necâtın:
Ölmüş dediğin rûhu alevlendiriver de,
Bir parça açılsın şu muhîtindeki perde.
Bir parça açılsın, diyorum, çünkü bunaldın;
Nevmîd olarak nûr-i ezelden donakaldın!
Ey, Hakka taparken şaşıran, kalb-i muvâhhid!
Bir sîne emelsiz yaşar ancak o da: Mülhid.
Birleşmesi kâbil mi ya tevhîd ile yesin
Hâşâ! Bunun imkânı yok elbette bilirsin.
Öyleyse neden boynunu bükmüş, duruyorsun?
Hiç merhametin yok mudur evlâdına olsun?
Doğduk, Yaşamak yok size! derlerdi beşikten;
Dünyâyı mezarlık bilerek indik eşikten!
Telkîn-i hayât etmedi aslâ bize bir ses;
Yurdun ezelî yasçısı baykuş gibi herkes,
Yesin bulanık rûhunu zerk etmeye baktı;
Melun aşı bir nesli uyuşturdu, bıraktı!
Devlet batacak! çığlığı beyninde öter de,
Millette bekâ hissi ezilmez mi ki? Nerde!
Devlet batacak! İşte bu öldürdü şebâbı;
Git yokla da bak var mı kımıldanmaya tâbı?
Âfâkına yüklense de binlerce mehâlik,
Batmazdı, hayır batmadı, hem batmıyacaktır;
Tek sen uluyan yesi gebert, azmi uyandır:
Kâfi ona can vermeye bir nefha-i îman;
Davransın ümidîn; bu ne haybet, bu ne hırmân?
Mâzîdeki hicranları susturmaya başla;
Evlâdına sağlam bir emel mâyesi aşıla,
Allah(c.c.) a dayan, saye sarıl, hikmete râm ol…
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.
Ya Rab Bu Uğursuz Gecenin Yok Mu Sabahı?
İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden, bizi helâk eder misin, Allah’ım?
(A’râf 155)
Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz… Sen bize yangın veriyorsun!
‘Yandık! ‘diyoruz… Boğmaya kan gönderiyorsun!
Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında
Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında
Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm;
Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!
Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn’i
En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn’i
Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz’ın
Âteşli muhitindeki sûzişli niyâzın
Emvâcı hurûş-âver olurken melekûta
Çan sesleri boğsun da gömülsün mü sükûta?
Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş’al-i vahdet
Teslîs ile çöksün mü bütün âleme zulmet?
Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman
Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban?
Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin
Solsun mu o parlak yüzü Kur’an-ı Hakim’in?
İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?
Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?
Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ
Câni geziyor dipdiri… Can vermede mâsûm
Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?
Lâ yüs’ele binlerce sual olsa da kurbân;
İnsan bu muammalara dehşetle nigeh-bân!
Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;
Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık
Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın…
Yaksaydın a mel’unları… Tuttun bizi yaktın
Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi:
Binlerce cevâmi’ yıkılıp hâke serildi
Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted:
Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed!
Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,
Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar!
En kanlı şenâatle kovulmuş vatanından
Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!
İslâm’ı elinden tutacak, kaldıracak yok…
Nâ-hak yere feryâd ediyor: Âcize hak yok!
Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?
Ağzım kurusun… Yok musun ey adl-i İlâhî!