İstiklal Marşımızın yazarı olan ve Milli Şairimiz olarak da anılan Mehmet Akif Ersoy, 1873 yılında İstanbul’un Fatih ilçesinin Sarıgüzel Mahallesi’nde dünyaya geldi. Babası Fatih Medresesi müderrislerinden Mehmed Tahir Efendi, annesi ise Emine Şerife Hanım’dır. Mehmet Akif Ersoy’a babası tarafından doğum tarihinin ebcet hesabı ile ifade edilişi olan “Ragif adı verilmişse de bu ismin söyleniş zorluğu nedeni ile annesi ve arkadaş çevresi Akif ismini tercih etmişti.
Mehmet Akif Ersoy eğitim hayatına Emir Buhari mahalle mektebi ile başladı, burada iki yıl okuduktan sonra ise Fatih Muvakkithanesi’nin yakınlarındaki iptidai mektebine yazıldı. Safahat adlı eserinde “hem babam hem hocam” şeklinde bahsettiği babası o yıl kendisine Arapça öğretmeye başladı.
Mehmet Akif Ersoy Fatih Merkez Rüşdiyesi’nden mezun olduktan sonra 1885 yılında Mülkiye Mektebi’nin idadi kısmına yazıldı. Bu okulun ilk üç yılını tamamlayan Mehmet Akif Ersoy yüksek kısmının birinci sınıfında okurken babası vefat etti. Mehmet Akif Ersoy da kısa yoldan meslek sahibi olabilmek için o yıllarda eğitime yeni başlayan ve ilk sivil veteriner yüksekokulu olan Mülkiye Baytar Mektebi’ne girdi. Aynı yıl büyük Fatih yangınında evlerinin yanması aileyi yoksulluğa düşürse de yaşanılan tüm sıkıntılara rağmen Mehmet Akif Ersoy okulunu birincilikle bitirdi.
Okuldan mezun olan Mehmet Akif Ersoy Edirne’de, Anadolu’nun ve Rumeli’nin çeşitli yerlerinde bulaşıcı hayvan hastalıkları ile ilgili çalışmalar yaptı. Bu esnada halkın yaşadığı sorunlarla daha içli dışlı olma şansını elde etti. Bunun sonucunda elde ettiği gözlemleri şiirlerine realist ve canlı bir şekilde yansımaya başladı. 2.Meşrutiyet’in ilanından sonra Ebül’ula Mardin ve Eşref Edip ile birlikte Sırat-ı Müstakim isimli dergiyi yayımlamaya ve başyazarlığını yapmaya başladı. Aynı yıl İstanbul Darülfünunu Edebiyat Şubesi’nde edebiyat müderrisliğine tayin edildi. Arap edebiyatı ve tercüme usulü dersler vermeye de devam etti.
Mehmet Akif Milli Mücadele’nin Önde Gelen Destekçilerindendi
Mehmet Akif Ersoy daha sonra Milli Mücadele’nin teşkilatlanmasında büyük bir rol oynayacak olan Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’ne bağlı Hey’et-i Tenviriyye’ye katıldı. Halkı edebiyat aracılığı ile uyandırıp aydınlatmak için Recaizade Mahmud Ekrem, Abdülhak Hamid, Süleyman Nazif, Hüseyin Cahit, Abdülaziz Çaviş, Mehmed Emin, Cenab Şahabeddin ve Hüseyin Kazım Kadri ile birlikte heyetin Katib-i umumisi olarak görev yaptı. Balkan Savaşları sonunda memleketin karşı karşıya kaldığı vahim durum karşısında birlik duygusunu kaybetmemek, orduya yardım etmek gibi konularda vaazlar verdi.
Müdürünün haksız yere görevden alınması üzerine Mehmet Akif Ersoy 1913 yılında memuriyetten istifa etti. Aynı yılın sonunda İstanbul Darülfünunu’ndaki görevinden de ayrılmak zorunda kaldı. 1914 yılında Mısır ve Medine’yi kapsayan iki aylık bir yolculuğa çıktı. 1914 sonlarında Harbiye Nezareti’nin istihbarat çalışmaları yapma amacıyla kurduğu Teşkilat-ı Mahsusa tarafından görevlendirilerek Berlin’e gitti. Burada Batı medeniyetini de yakından tanıma imkanını elde etti. Yine Teşkilat’-ı Mahsu’a’nın görevlendirmesi ile Riyad’a ardından da ikinci kez Medine’ye gitti. Bu seyahatin sonucunda ise Süleyman Nazif ve Cenab Şahabeddin gibi edebiyatçılar tarafından şaheser olarak nitelendirilen “Necid Çöllerinden Medine’ye” isimli manzumesini kaleme aldı.
1918’de Mehmet Akif Ersoy şeyhülislamlığa bağlı dini – akademik bir kuruluş olan Darü’l-hikmeti’l-İslamiyye’nin başkatipliğine atandı. Aynı zamanda bu kurumun yayın organı olan Ceride-i İlmiyye’nin idaresini de üstlendi. 1.Dünya Savaşı’nın Osmanlı Devleti aleyhine sonuçlanması üzerine Milli Mücadele hareketine fiilen katılma kararı alan Mehmet Akif Ersoy Balıkesir’e gidip Kuva-yi Milliyecilerle görüştü. Halkı birliğe ve direnmeye teşvik edici vaazlar verdi. olan Darü’l-hikmeti’l-İslamiyye’deki görevinden azledilen Mehmet Akif Ersoy, Mustafa Kemal Paşa’nın teklifi üzerine Burdur mebusu olarak seçildi. Bu arada Milli Mücadele’yi teşvik eden vaazlarını ve konuşmalarını sürdürdü. Bunlar arasında en ünlüsü Kastamonu Nasrullah Camii’ndeki vaazıdır. Bu vaazda Sevr Antlaşması’nın bizim için bir felaket olacağını anlatan Mehmet Akif Ersoy anlaşmayı yırtıp atmanın ve Batılı sömürgecilerin karşısına dikilmenin gerekliliğini dile getirip Milli Mücadele’yi büyük bir heyecanla teşvik etti.
1921’de İstiklal Marşı, Milli Marşımız Olarak Kabul Edildi
1920 yılında Maarif Vekaleti tarafından Erkan-ı Harbiyye Riyaseti’nden gelen istekle milli marşımızın güftesi için bir yarışma düzenlendi. Yarışmaya yedi yüzden fazla şiir katılsa da nitelikli bir manzume bulunamadı. Mehmet Akif Ersoy ise konulan maddi ödül nedeni ile yarışmaya katılmamıştı. Ancak kendisinden bir marş yazması istenildi. Mehmet Akif Ersoy maddi mükafat şartının kaldırılması üzerine Mehmet Akif Ersoy şiiri tamamladı ve teslim etti. 12 Mart 1921 tarihli Meclis oturumunda okunan şiir oy birliği ile İstiklal Marşı güftesi olarak kabul edildi.
Milli Mücadele zaferle sonuçlandıktan sonra Büyük Millet Meclisi tarafından seçim kararı alındı ancak, Mehmet Akif Ersoy yeniden aday gösterilmedi. Mehmet Akif Ersoy 1923 yılında Abbas Halim Paşa’nın daveti üzerine Mısır’a gitti.
1925 yılında Diyanet İşleri Reisliği Kur’an-l Kerim’in tercümesi için Mehmet Akif Ersoy’a teklifte bulundu. Mehmet Akif Ersoy tercüme yerine meal denilmesi ve Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın hazırlayacağı tefsirle basılması şartı ile bu teklifi kabul etti. 1926 – 1929 yılları arasında tercümeyi bitirse de vefatına kadar üzerinde çalışmaya devam etti.
1935 yılında rahatsızlanan Mehmet Akif Ersoy hava değişimi için Lübnan’a oradan da Antakya’ya gitti. Durumu ağırlaşınca 1936 yılında İstanbul’a döndü. Ve 27 Aralık 1936’da vefat etti.
İçerisinde yer alan en eski şiirinin 1904 tarihli olduğu bilinen Safahat adlı eseri ile tanınan Mehmet Akif Ersoy’un bu tarihten önce de pek çok şiir yazdığı; yayımlanmış ve yayımlanmamış pek çok manzumesinin olduğu biliniyor.
Mehmet Akif Ersoy’un Eserleri Ve Sözleri
Mehmet Akif Ersoy’un şiirlerini içeren 7 kitap Safahat adı altında toplanmıştır. Yazarın kitapları; Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde, Hakk’ın Sesleri, Fatih Kürsüsünde, Hatıralar, Asım ve Gölgeler’dir.
Mehmet Akif Ersoy’un en çok bilinen ve en çok beğenilen sözleri:
- İki üç balta ayırmaz bizi mazimizden. Ağacın kökü mademki derindir cidden, dalı kopmuş, ne olur gövdesi gitmiş, ne zarar o, bakarsın, yine üstündeki edvarı yarar, yükselir, fışkırıp, afak-ı perişanımıza; yine bir vaha serer kavrulan imanımıza.
- Eski dünya, yenidünya, bütün akvam-ı beşer kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer yedi iklimi cihanın duruyor karşısında, Ostralya ile beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk; sade bir hadise var ortada: vahşetler denk.
- Sade bir sözdür fakat hikmetlerin en mücmeli: bir halas imkânı var: ahlakımız yükselmeli, yoksa pek korkunç olur katmerleşip hüsranımız… Çünkü hem dünya gider, hem din, eğer yapmazsanız.
- Adam mısın: ebediyen cihanda hürsün, gez; yular takıp seni bir kimsecikler sürükleyemez. Adam değil misin, oğlum: Gönüllüsün semere; küfür savurma boyun kestiğim semercilere.
- Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi… Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
- İslâm’ı elinden tutacak, kaldıracak yok. Nâ-hak yere feryat ediyor: âcize hak yok! Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi? Ağzım kurusun. Yok, musun ey adl-i ilâhî!
- Ne Araplık ne Türklük kalacak aç gözünü, dinle peygamberi zişanın ilahi sözünü. Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize? Fikri kavmiyeti şeytan mı soktu zihninize?
- Ey Ademoğlu bu devir ve Devran’da içinizde hakkı ve hukuku bilen çoktur. Yaptığınız işte hile çok İslamiyet’i sorup da arayan ve yaşayan yoktur.
- Aldanma insanların samimiyetine, menfaatleri gelir her şeyden önce. Vaad etmeseydi Allah cenneti, o’na bile etmezlerdi secde.
- Hatırlar mısın? Doğduğun zaman, sen ağlardın gülerdi alem. Öyle bir yaşam sür ki, mevtin sana hande olsun. Halka matem.
- İz bırakanlarla senin aranda basit bir fark var sadece. Onlar ömür boyu gayret ediyorlar; sen ömür boyu hayret ediyorsun.
- Konuşmak bir mana ise susmak bin bir mana. Herkes konuşmasına konuşur lakin sükut yürekli olana.
- Şarka bakmaz, garbi bilmez, edepten yok payesi bir kızarmaz yüz, bir yaşarmaz göz bütün sermayesi.
- Cehennem de olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz, bu yol ki hak yoludur dönmek bilmez yürürüz.
- Artık ikiyüzlüleri sevmeye başladım. Çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görmeye başladım.
- Aslını gizleyemez insan, giydiği kaftanlarla. Bilmez ama kendini kandırır, söylediği yalanlarla!
- Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim, inan ki, her ne demişsem görüp de söylemişim.
- Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz. Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz.
- Şehamet dini, gayret dini, ancak Müslümanlıktır. Hakiki Müslümanlık en büyük kahramanlıktır.
- Irzımızdır çiğnenen, evlâdımızdır doğranan. Hey sıkılmaz, ağlamazsan bâri gülmekten utan.
- Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi.
- Ağlarım, ağlatamam, hissederim, söyleyemem. Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım.
- Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
- Girmeden tefrika bir millete düşman giremez. Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.
- Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, bir hilâl uğruna yâ Rab, ne güneşler batıyor.
- Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır. Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
- Medeniyet dediğin açmaksa bedeninin her yerini… Desene hayvanlar senden daha medeni.
- Gamsız insanlara eğlence gelirmiş yaşamak; Yüreğin hisli mi, işkencedesin, talihe bak!
- İki çeşit insan vardır. Zaman geçtikçe hatalarıyla yüzleşen, zaman geçtikçe yüzsüzleşen.
- Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
- İnmemiştir Kur’an, bunu hakkıyla bilin, ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için.
- Nasihatim sana: herzeyle iştigali bırak; adamlığın yolu nerdense, bul da girmeye bak.
- Ne ibrettir kızarmak bilmeyen çehren, bırak kardeşim tahsili; git önce edep, hayâ öğren.
- Ya Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı, mahşerde mi biçarelerin, yoksa felahı.
- Bacımın örtüsü batmakta rezilin gözüne acırım tükürüğe billahi tükürsem yüzüne.
- Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar: Dipçik altında ezilmiş, parçalanmış kafalar!
- Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak, alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak.
- Bekayı hak tanıyan, sa’yi bir vazife bilir, çalış, çalış ki beka sa’y olursa hak edilir.
- Zannetme ki ecdadın asırlarca uyudu, nereden bulacaktın o zaman eldeki yurdu!
- Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli, ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
- Bize çağ dışı diyorlar doğrudur; çağlar açtık, çağlar kapattık. Çağlar bizden geri.
- Sahipsiz vatanın batması haktır, sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır.
- Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar; hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi.
- Biri ecdadıma saldırdı mı hatta boğarım, boğamazsam hiç olmazsa kovarım.
- Budur cihanda en beğendiğim meslek; sözün ödün olsun hakikat olsun tek.
- İslam’ı öyle yaşa ki akıllar dursun. Sen ona buna değil Allah’a kulsun.