Pek çoğumuz 2006’da ABD konut piyasasının nasıl da bir an çöküverdiğini daha dün gibi hatırlıyordur. Yaşanan olumsuz gelişmelerin ardından da küresel piyasaları yerle bir eden 2007-2008 krizi tufanlar kopararak hepimizin hayatına ne şekilde olursa olsun tesir etmişti. Bu ve bunun gibi ekonomik krizler ne yazık ki insanlık tarihi boyunca sürekli yaşanıyor, etkilenen ülkelerde de çok büyük yıkımlara sebep oluyor. 21. yüzyılda içinde bulunduğumuz dönemlerde küreselleşmenin etkisiyle piyasaların iyiden iyiye “global bir köy” hâline geldiğini, dolayısıyla çağımızda herhangi kıtada vuku bulan bir hadisenin Türkiye’yi ve tüm ülkeleri de çabucak etkilediğini görüyoruz. Lakin krizlerin tarihi yüzyıllar öncesine dayanıyor. Bu doğrultuda kapsamlı bir araştırma yaparak tarihimizdeki en yıkıcı krizleri tek tek inceledik, süzgeçten geçirdik ve ders niteliğinde olduğunu düşündüklerimizi sizler için derledik. Hepinize iyi okumalar!
1. 1772 Kredi Krizi
Londra’da başlayan kriz kısa sürede Avrupa’nın tamamını etkisi altına aldı. Britanya İmparatorluğu sömürgecilik ve ticaret faaliyetleri sayesinde 1760’ların ortalarına gelindiğinde öyle bir servete sahip olmuştu ki kasaları parayla dolup taşıyordu. Mevcut durumun yarattığı rehavet sonucu İngiliz bankalarının iyice eli açılmıştı. Öyle ki bu dönemde çoğu banka resmen gelene geçene kredi veriyordu. Fakat “Neal, James, Fordyce, and Down” adlı bankanın ortaklarından Alexander Fordyce borçlarını ödeyemeyeceğini anlayıp 8 Haziran 1772’de Fransa’ya kaçınca her şey bir anda değişiverdi. Fordyce’nin firar ettiğine dair haberler ağızdan ağıza yayılınca bankalara güvenini yitiren vatandaşlar paralarını hemen çekmek istediler. Dolayısıyla İngiltere’de bankacılık sektörü adeta bir yangın alanı hâline geldi. Kriz İngiltere ile de durmak bilmeyerek İskoçya, Hollanda, Avrupa’nın aklınıza gelebilecek hemen hemen her köşesi ve Amerika’daki İngiliz kolonilerine sıçradı. Hatta 1772 Krizi İngiliz ekonomisinde o kadar derin bir yara açtı ki günümüzde pek çok tarihçi Amerikan Devrimi ile sonuçlanan Boston Çay Partisi olayının bu krizin sonucunda ortaya çıktığını iddia etmektedir.
2. 1929–1939 Büyük Buhranı
Geldik 20. yüzyılın tartışmasız en vahim ekonomik felaketine! Günümüzde çoğu ekonomist, 1929’da Wall Street borsasının çökmesiyle birlikte Büyük Buhran’ın başladığı ve ABD hükümetinin olayın hemen ardından attığı yanlış adımlar sebebiyle durumun daha da kötüye gittiği hususunda mutabıktır. Dile kolay, neredeyse 10 yıl süren, insanların ceplerini boşaltan, işsizlik rekorları kırdıran ve bilhassa sanayisi gelişmiş ülkelerde üretimi durma noktasına getiren bir krizden söz ediyoruz. Öyle ki Büyük Buhran’ın tesirini en şiddetli şekilde hissettirdiği 1933 yılında ABD’de işsizlik oranı %25’lere fırlayarak resmen tavan yaptı. Ancak 1932’de seçimle göreve gelen Franklin D. Roosevelt’in hamleleri sayesinde buhranın etkileri aheste aheste de olsa azaldı ve kötü gidişat 1939’da sona erdi.
3. 1973 OPEC Petrol Krizi
Çoğunluğunu Arap ulusların meydana getirdiği OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) üyesi ülkeler, ABD’nin 4. Arap-İsrail Savaşı sırasında İsrail’e silah desteği sağlaması üzerine misilleme yapmaya karar verdi. Bu doğrultuda OPEC ülkeleri hem ABD’ye hem de Amerikan müttefiklerine ambargo koyarak petrol satışını aniden durdurdu. Dolayısıyla ABD ve müttefikleri petrol tedariği konusunda ciddi sorunlar yaşadılar. Üstüne üstlük petrol, bulunmaz Hint kumaşı statüsü edindiği için fiyatlar da aşırı derecede yükseldi ve gerek ABD gerekse Amerikan dostu pek çok gelişmiş ülkede yeni bir ekonomik kriz patlak verdi. İlginç şekilde petrol fiyatlarının tırmanışa geçmesiyle birlikte hem enflasyon artış gösterdi hem de ekonomik durgunluk yaşanmaya başladı. Daha önce enflasyon konusunda kaleme aldığımız yazıları okuyan takipçilerimiz İngilizcede “durgunluk” anlamına gelen “stagnation” ve enflasyon yani “inflation” sözcüklerinin birleşiminden türeyen “stagflasyon” (stagflation) kavramından bahsettiğimizi hatırlayacaklardır. İşte bu kavram aslında 1960’larda ortaya çıkmasına rağmen esas popülaritesini tam da 1973 krizi sırasında kazandı!
4. 1997 Asya Krizi
Şimdi de başka bir diyara, Uzak Doğu’ya gidiyoruz. 1997’de Tayland’da patlak veren Asya Krizi kısa sürede tüm Doğu Asya’yı ve bölgeyle ticaret yapan diğer ülkeleri pençeleri arasına aldı. Gelişmiş ülkelerden o dönemde “Asya kaplanları” diye tabir edilen Tayland, Endonezya, Singapur, Hong Kong, Malezya ve Güney Kore’ye akan spekülatif sermayeler adeta bir “iyimserlik devri” yaratmıştı. Bu iyimserlik devrinde de bankalar cömertçe kredi dağıtmaya başlamış, en sonunda da piyasalarda çok fazla borç birikmişti. Ardından olaylar öyle bir hâl aldı ki Tayland’da döviz kaynakları tükendi ve 1997 temmuzunda Tayland hükümeti Amerikan dolarına karşı uzun yıllar boyunca sürdürdüğü sabit döviz kuru politikasından caymak zorunda kaldı. Hükümetin tavrı sonucunda Asya piyasaları paniğe kapıldı ve kötü gidişattan nasibini almak istemeyen yabancı şirketler milyarca dolarlık yatırımlarını gerçi çekti. Piyasalardaki endişe giderek daha da arttı, yatırımcılar Doğu Asya ülkelerinden bazılarının ekonomik anlamda batağa doğru sürüklendiğini düşünmeye başladı ve dünya çapında finansal bir çöküş baş gösterdi. En sonunda IMF devreye girerek krizden etkilenen çoğu ülkeye kurtarma paketleri sundu ve böylece Doğu Asya’nın ekonomik anlamda yerle bir olmasını engelledi. Yine de tüm bu olaylardan sonra durumların normale dönmesi yıllar sürdü.
5. 2001-2002 Arjantin Ekonomik Krizi
Çağımızda batılılaşmadan nasibini almış uluslar içerisinde belki de bir tek Yunanistan ekonomik problemler bakımından Arjantin ile aşık atabilecek potansiyele sahiptir. Her iki ülke de ne yapıp eder ve bir şekilde kendini batağa sokmayı başarır.
Arjantin, 1876’dan beri sürekli mali teyakkuzdadır desek hiç de abartmış olmayız. 2000’e geldiğimizde de ülke tarihinin en büyük krizlerinden biri ortaya çıktı fakat krizin temelleri 1998’de baş gösteren hadiselere dayanıyordu.
Gerek döviz açısından yaşananlar sorunlar gerekse mali panik sebebiyle patlak veren kriz esas etkilerini 2001-2002 yıllarında gösterdi. Peki söz konusu kriz tam olarak nasıl başladı? Şöyle anlatalım: Amerikan doları kurunu sabitleme çabaları suya düşünce Arjantin pesosu bir anda darmadağın oldu. Bunun üzerine hükümet banka hesaplarını dondurmayı düşünmeye başlayınca parasını bankaya yatıran vatandaş bir anda panikledi, tabii faizler de hemen yukarıya zıpladı.
Nitekim vatandaş endişe etmekte haklı çıktı ve takvimler 1 Aralık 2001’i gösterirken dönemin Ekonomi Bakanı Domingo Cavallo mevduat hesaplarını dondurdu. Aileler birikimlerini bankadan çekemez oldu ve enflasyon oranları astronomik bir seviye olan %5000’e fırladı. Aynı hafta IMF artık Arjantin’e destek vermeyeceğini açıkladı. Arjantin sürekli battığı için uluslararası camia artık “İllallah!” demiş, ülkede doğru düzgün reformların gerçekleşeceğine dair inancını yitirmişti.
Akabinde Arjantin hükümeti tüm piyasalara erişimini yitirdi ve ülkenin özel finans kuruluşları da resmen oyun dışı bırakıldı. Çok sayıda işletme iflas verdi ve ülkede hatırı sayılır miktarda sermaye bulunduran yabancı bankalar varlıklarını riske atmaktansa çekilmeyi tercih etti. Habire değişim gösteren faiz oranları sebebiyle neredeyse hiçbir finans şirketi faaliyetlerini düzgün biçimde sürdüremiyordu.
Aslına bakarsanız Arjantin’de bankacılık sektörü 1990’larda attığı öncü adımlarla ekonomi çevrelerinin takdirini toplamıştı lakin bu durum dahi 2001-2002 yıllarındaki yıkıma engel olamadı. 2002’ye gelindiğinde tahvil ihraççılarının %60’ı borçlarını ödeyemiyordu, hâliyle borç veren kişi ve kurumlar da geri alamadıkları paralar sebebiyle battı.
6. 2007–2008 Ekonomik Krizi
2008 sonrası dilimizden düşmeyen ve “Büyük Durgunluk” diye tabir edilen hadise işte bu kriz sonucunda ortaya çıktı. 1929’da Amerika’yı vuran Büyük Buhran’dan sonra gelmiş geçmiş en kötü küresel ekonomik olay kabul edilen 2007-2008 krizi tüm dünyayı etkisi altına alarak piyasalarda felaketlere yol açtı. ABD’deki emlak balonunun patlamasıyla başlayan kriz, dünyadaki en büyük yatırım bankalarından olan Lehman Brothers’in batmasına sebep oldu, herkesin bildiği pek çok finans kurumunu uçuruma sürükledi ve devletleri daha önce eşi benzeri görülmemiş miktarlarda yardım paketi dağıtmak zorunda bıraktı. İşlerin normale dönmesi neredeyse 10 yıl sürdü, tabii bu süre zarfında milyonlarca insan işinden oldu ve milyarca dolar para kaybedildi.
7. 2014 Rusya Krizi
Vladimir Putin’in önderliğinde Rusya ekonomisi, büyük oranda enerji sektörünün gelişimiyle ve dünya çapında emtia fiyatlarının artmasıyla birlikte 21. yüzyılın başlarında ciddi ölçüde büyüme kaydetti. Hatta Rus ekonomisi enerji ihracatına o kadar bağımlı hâle geldi ki petrol ve doğal gaz satışından elde edilen gelirler devletin kasasına giren paranın neredeyse yarısını meydana getiriyordu.
Ancak Haziran 2014’te petrol fiyatları bir anda tepetaklak düşüşe geçti. Bir varil petrolün ortalama fiyatı, altı ay içerisinde bir önceki fiyat eşiği olan 100 dolara göre yaklaşık %40 değer kaybetti. Fiyatların 100 dolar barajının altına inmesi son derece mühim bir hadiseydi zira Rus yetkililer petrol ancak 100 dolar seviyesinde tutulursa bütçe dengesinin sağlanabileceğini öngörmüşlerdi.
Putin bu esnada Kırım ve Ukrayna’yı işgal edip bir bölümünü topraklarına katınca enerji sorunu daha da kritik bir hâl aldı ve en nihayetinde hem ABD hem de Avrupa ülkeleri Rusya’ya ekonomik yaptırımlar uygulamaya başladı. Goldman Sachs gibi dünyaca ünlü finans kuruluşları Rusya’ya sermaye ve nakit desteğini keserek ülkeye bir darbe daha indirdi. Rus hükümeti de son derece agresif bir parasal genişleme politikası güderek cevap vermeye çalıştı fakat bu durum da enflasyonun artmasına ve Rus bankalarının feci kayıplar yaşamasına sebep oldu.
Üzerinden yıllar geçmesine rağmen kriz hâlâ tam olarak bitti diyemeyiz. Yine de Putin yönetimi enflasyon oranlarını %13 seviyelerinden %2-3 seviyelerine düşürebildi ve piyasaları rahatlatmayı başardı.
Yeni İş Fikirleri: http://www.yeniisfikirleri.net/gelmis-gecmis-en-buyuk-ekonomik-krizler/